Otel ve Tatil Rehberi

Otel ve Tatil Rehberi

  1. Otel ve Tatil Rehberi
  2. İç Anadolu
  3. Kapadokya - Nevşehir
  4. Nevşehir

KAPADOKYA’NIN TARİHÇESİ

KAPADOKYA’NIN TARİHÇESİ

Tarih Öncesi

1965 yılından bu yana yapılan kazılar sırasında Niğde - Köşk Höyük, Aksaray- Aşıklı Höyük, Nevşehir- Civelek Mağarası'nda bulunan ana tanrıça heykelcikleri, kadın takıları, renkli seramikler ve çanak çömlek kalıntıları, bölgenin Neolitik Çağlara kadar giden bir tarih-öncesi olduğunu gösteriyor. Kapadokya’nın yazılı tarihi ise MÖ 3000 civarlarındaki Asur ticaret kolonilerinin bölgeye gelmeleriyle başlar.

 

Kaniş ve Hattuş’da Asur İzleri (MÖ 3000-1750)

Kapadokya’nın yazılı tarihi, 5000 yıl önce Kuzey Mezopotamya’dan gelerek Anadolu’da ticaret kolonileri kuran Asurlularla başlar. Kayseri’deki Kültepe (Kaniş) ve Boğazköy’de (Hattuş) bugün kalıntıları hala duran ‘Karum’lar (zamanın büyük ticaret merkezleri, pazarlar) kuran Asurlu tüccarlar, madencilikte doruk dönemini yaşayan Anadolu Tunç Çağı insanına ihtiyaçları olan kalayı getiriyorlardı.

Anadolu, Eski Tunç Çağı’nda madencilikte en üst seviyeye ulaşmıştı. Özellikle çağın son evrelerinde en büyük gelişim, Orta Anadolu’nun kuzeyinde gözlenmiş. MÖ 2000-1750 yılları arasında Kuzey Mezopotamya’da yaşayan Asurlu tacirler Anadolu’da ticari koloniler kurarak ilk ticaret örgütünü oluşturmuşlar. Zengin altın, gümüş ve bakır kaynaklarına sahip olan Anadolu, tunç alaşımı için gerekli olan kalay bakımından fakirdi. Tacirlerin beraberlerinde getirdikleri kalay, çeşitli kumaşlar ve kokular, bu ticaretin ana malzemeleriydi. Hiç bir zaman politik üstünlüğe sahip olmayan tacirler yerli beylerin himayesi altındaydılar. Asurlu tacirler sayesinde Anadolu’da ilk defa yazı görülür. ‘Kapadokya Tabletleri’ olarak adlandırılan Eski Asurca yazılmış çivi yazılı metinlerden, tacirlerin geliş yolları üzerindeki beylere yüzde 10 yol vergisi verdikleri, borçlu olan halktan yüzde 30 oranında faiz aldıkları, Anadolu krallarına sattıkları mal üzerinden yüzde 5 vergi verdikleri anlaşılmakta.

Yine bu tabletlerde Asurlu tacirlerin, Anadolu’dan kadınlarla evlendikleri ve nikah sözleşmelerinde bu kadınların haklarını koruyacak maddeler bulunduğu görülüyor. Asurlu tacirler, yazıdan başka silindir mühürler, madencilik, tapınak ve tanrı fikirlerini de Anadolu’ya getirmişler. Böylece Anadolu’nun yerli sanatı, Mezopotamya sanatının etkisi altında gelişerek, kendine has yeni bir sanat anlayışını ortaya koymuş. Bu sanat daha da gelişerek Hitit sanatının temelini oluşturmuş.

 

Hititler Sahneye Çıkıyor (MÖ 1750 - 1200)

MÖ II.binin başlarında Avrupa’dan Kafkaslar üzerinden gelerek Kapadokya bölgesine yerleşen Hititler, daha sonra yerli halkla kaynaşarak imparatorluk kurmuşlar.

Dilleri Hint-Avrupa dil grubundan. Başkentleri Hattuşaş ( Boğazköy) olan Hititlerin en önemli şehirleri Alacahöyük ve Alişar. Kapadokya Bölgesi'nde bulunan bütün höyüklerde Hititlere ait kalıntılara rastlamak mümkün. Bunun yanı sıra Hitit İmparatorluk Dönemi'nde özellikle Kapadokya Bölgesi'nde stratejik açıdan geçitlere ve su kenarlarındaki yüksek kayalara rölyef olarak işlenmiş anıtlar bulunuyor. Bu kaya anıtlar sayesinde Hitit krallarının güneydeki ülkelere ulaşmak için geçtiği yolları saptamak olası. Kayseri sınırları içindeki Erciyes Dağı'nın güneyinde yer alan Fraktin, Taşçı ve İmamkulu kaya anıtları tanrıların kutsanması, Büyük Kral'ın (III.Hattuşili ) ve Kraliçe'nin (Peduhepa) tanrılara minnettarlığını göstermesinin yanı sıra imparatorluğun gücünün sınırlarını gösteren birer propaganda anıtları.

 

Geç Hitit Krallıkları (MÖ 1200 - 700)

Friglerin Orta Anadolu'nun önemli kentlerinin hemen hepsini yıkarak Hitit İmparatorluğu'nu ortadan kaldırılmasından sonra Orta ve Güneydoğu Anadolu'da Geç Hitit Krallıkları ortaya çıkmış. Kapadokya Bölgesi'ndeki Geç Hitit Krallığı ise Kayseri, Niğde ve Nevşehir'i içine alan Tabal Krallığı. Bu döneme ait Gülşehir - Sıvasa ( Gökçetoprak ), Acıgöl, Hacıbektaş - Karaburna Köyü'nde Hitit Hiyeroglifi yazılmış kaya anıtları bulunuyor.

 

Persler Kapadokya’da (MÖ 585 - 332)

Kimmerler'in Frig egemenliğine son vermesi sonucu Anadolu'da Medler, (MÖ 585) daha sonra da Persler (MÖ 547) görülür. Persler bölgeyi “Satrab” adını verdikleri valilerce yönetmişler. Eski Pers dilinde '' Katpatuka '' olarak adlandırılan Kapadokya bölgesi, 'Güzel Atlar Ülkesi' anlamına gelmekteydi. Persler, Zerdüşt dinine bağlı olduklarından bölgedeki volkanları, özellikle Erciyes ve Hasandağı'nı kutsal saymışlar.

Persler, Kapadokya'dan geçerek başkentlerini Ege'ye bağlayan, “Kral Yolu” nu geliştirmişler. Makedonya Kralı İskender MÖ 334 ve 332’de Pers ordularını arka arkaya bozguna uğratarak bu büyük İmparatorluğu yıkmış.

Pers İmparatorluğu'nu yıkan İskender, Kapadokya'da büyük bir dirençle karşılaşmış. İskender, komutanlarından Sabiktas'ı bölgeyi denetim altına almakla görevlendirince halk buna karşı çıkmış ve eski Pers Soylularından Ariarathes'i kral ilan etmiş. Çalışkan bir yönetici olan I.Ariarathes (MÖ 332-352 )Kapadokya Krallığı'nın sınırlarını genişletmiş.

İskender' in ölümüne kadar barış içinde yaşayan Kapadokya Krallığı, Roma'nın bir eyaleti olduğu MS17 yılına kadar varlığını korumak için Makedonyalılarla, Pontuslarla, Galatlarla, Romalılarla mücadele etmiş.

 

Batının Ayak Sesleri (MS 17-395 )

MS 17'de Tiberius, Kapadokya'yı Roma'ya bağlayarak bölgedeki kargaşaya son vermiş. Romalılar bölgeyi ele geçirdikten sonra batıya bir yol yaparak Ege'ye ulaşımı sağlamışlar. Bu yol hem askeri hem de ticari açıdan önemliymiş.

Roma egemenliği sırasında, yöreye gerek saldırı, gerekse göç biçiminde doğudan gelenler olmuş. Romalılar bu yeni gelenlere karşı “Lejyon” adını verdikleri askeri birlikleriyle karşı koymuş. İmparator Septimus Severus döneminde ekonomik bakımdan oldukça canlanan Kapadokya'nın merkezi Kayseri, daha sonraki yıllarda İran'dan gelen Sasanilerin saldırısına uğramış. III. Gordianus bu saldırılara karşı şehrin etrafını surlarla çevirtmiş.

Bu sırada Anadolu'da yayılmaya başlayan ilk Hıristiyanların bir kısmı büyük şehirlerden köylere göç etmeye başlamışlar. Kayseri'nin önemli bir din merkezi haline geldiği 4.yüzyılda, kayalık Göreme ve çevresini keşfeden Hıristiyanlar, Kayseri Piskoposu da olan Aziz Basil'in izinden giderek kayalar içinde manastır hayatını başlatmışlar.

 

Bizans Hakimiyeti (397- 1071)

Roma İmparatorluğu'nun ikiye bölünmesiyle, Kapadokya, Doğu Roma İmparatorluğu'nun etkisi altında kalmış. 7. yüzyılın ilk yıllarında Kapadokya' da Sasanilerle Bizanslılar arasında yoğun savaşlar yaşanmış. Sasaniler bölgeyi 6-7 yıl kadar ellerinde tutmuşlar. 651'de Halife Osman, Sasanilerin hakimiyetine son verince bölge bu kez Arap- Emevi güçlerinin akınlarına uğramış.

Uzun süredir devam eden mezhep çatışmaları III. Leon'un Müslümanlıktan etkilenerek ikonaları yasaklamasıyla doruk noktasına ulaşmış. Bu durum karşısında bazı Hıristiyan ikon yanlısı keşişler Kapadokya'ya sığınmaya başlamışlar. İkonoklazm hareketi yüz yıldan fazla sürmüş (726 -843). Bu dönemde birkaç Kapadokya kilisesi ikonoklazm etkisinde kaldıysa da ikondan yana olanlar burada rahatlıkla gizlenip ibadetlerini sürdürmüşler.

 

Türkler Geliyor (1071 - 1299)

Oğuz Türklerinden Selçuk Bey'in kurduğu Selçukluların Anavatanı Orta Asya. 10. yüzyılda kuzeye doğru yayılan İslamiyet’i kabul eden Selçuklular, İslamiyet’i kabul etmemiş kavimlerle sürekli mücadele ederek egemenlik alanlarını genişletmeye çalışmışlar.

Bizans İmparatoru Romanos Diogenes'in Selçuk Bey'in torununun oğlu Alparslan'a 1071 yılında yenilmesi Bizans'ın gerilemesine, Anadolu'da yeni bir dönemin başlamasına neden olmuş. 1075 yılında Anadolu Selçuklu Devleti kurulmuş. 1082'de Kayseri fethedilmiş ve böylece Kapadokya Selçuklu hakimiyetine girmiş.

Hıristiyanlığın önemli yerleşim ve yayılma alanı olan Anadolu, bundan böyle Kuzey Afrika'dan Ortadoğu ve Yakındoğu'ya kadar uzanan İslam bölgelerine dahil olmuş. Anadolu'nun Selçuklu Türkleri tarafından fethi, Patrikhanenin idari etkinliğini etkilememiş. Çünkü 13. yüzyıla ait Ihlara Vadisi’ndeki St.George Kilisesi'nin yazıtlarında Selçuklu Sultanı II.Mesud ve Bizans İmparatoru II.Andronicus'tan övgüyle söz edilmekte.

13. yüzyılın sonunda Anadolu Selçuklu Devleti’nin zayıflaması üzerine Anadolu'nun çeşitli bölgelerinde beylikler ortaya çıkmış. 1308 yılında Moğol kökenli İlhanlılar Anadolu'yu istila etmiş ve Kapadokya Bölgesi'nin önemli bir kenti olan Kayseri de yıkılıp tahrip edilmiş. Selçuklu Sultanları Moğol yönetiminin etkisi altında kalmışlar ve bağımsız hareket edememişler. Anadolu’nun artık Türk boylarının kurduğu beylikler halinde idare edilme dönemi başlamış.

 

Osmanlı Dönemi

Kapadokya Bölgesi, Osmanlı Dönemi'nde de oldukça sakin. Nevşehir, Damat İbrahim Paşa dönemine kadar Niğde'ye bağlı küçük bir köy. 18. yüzyılın başlarında, özellikle Damat İbrahim Paşa zamanında Nevşehir, Gülşehir, Özkonak, Avanos ve Ürgüp'te imar hareketleri gelişmiş; camiler, külliyeler, çeşmeler yaptırılmış. Özkonak kasabasının merkezinde Osmanlı Padişahı Yavuz Sultan Selim' in doğu seferi sırasında (1514) yapılan köprü, Nevşehir' deki erken Osmanlı yapısı olması açısından önemli.

Osmanlı Dönemi'nde de Selçuklu Dönemi'nde olduğu gibi yörede yaşayan Hıristiyanlara karşı hoşgörülü davranılmış. Ürgüp/Sinasos'taki 18. yüzyıla ait Konstantin Eleni Kilisesi, Gülşehir' deki 19.yüzyıla ait Dimitrius adına yapılan kilise ve Derinkuyu'daki Ortadoks Kilisesi bunun en güzel örnekleri.

KAPADOKYA GÜVERCİNLİKLERİ

Kapadokya’nın birçok yerinde rastlanan ve "Güvercinlik" denilen yapılar manastır yaşamının başladığı devirlerden de önce aynı amaç için yapılmış ve kullanılmış. Derin vadilerin diplerinde ve dik yamaçlardaki güvercinliklerin sayısı binleri bulur. Daha önce de belirtildiği gibi, bölgenin kendine özgü toprak dokusu tarım için özel bir gübre türünü zorunlu kılmış ve bölge halkı için güvercinlerden bu şekilde yararlanılabileceğini keşfetmek fazla zaman almamış. Güvercinlikler bu kuşun etinden ziyade gübresinden yararlanmak için yapılmış. Yöre çiftçileri tarafından nesilden nesile bağ ve bahçelerde verimi artırmak için güvercin gübresi kullanılmış, bu nedenle çok sayıda güvercinlik inşa edilmiş.

Çok ucuza mal olan güvercin gübresi zamanla bölgenin ekonomik faaliyetlerinden biri haline geldiyse de, güvercinliklerden gübre toplamak oldukça zor bir iş.

İslam inancında güvercin, aileye bağlılığın ve barışın, Hıristiyanlıkta ise Tanrı'nın ruhunun simgesi. Hemen hemen bütün vadilerin yüksek kısımlarına ya da peribacalarının üst kısımlarına inşa edilen güvercinliklerin yönleri genellikle vadilerin doğu ya da güney tarafına bakar. Güvercinler, kursaklarına doldurdukları tahıl tanelerini sindirebilmek için sık sık su içme gereksinimi duymalarından dolayı “Su pınarlarının koruyucu kuşu” olarak da anılırlar. Bu nedenle güvercinliklerde su kaynaklarına yakın yerlere inşa edilmişler.

Kapadokya Bölgesi'nde yer alan güvercinliklerin büyük çoğunluğu 19.yüzyılın sonları 20.yüzyılın başlarına tarihlenmekle birlikte, 18. yüzyılda yapılmış örneklere rastlamak da mümkün. Pek çoğumuzun dikkatini çekmeyen bu küçük yapılar, Kapadokya Bölgesi'nde oldukça nadir olan İslam resim sanatını göstermesi açısından önemli.

Güvercinlikler inşa edilirken 5-10 metre kareyi geçmeyen bir odacığın 3 kenarına 4-5 sıra halinde kuşların tünemesi ve yumurtlaması için küçük nişler (oyuklar) açılmış, gerektiğinde de boydan boya ahşap tünekler konulmuş. Bu işlem, yıkılan bazı güvercinliklerde kolayca izlenebilir. Vadi seviyelerinden oldukça yükseğe inşa edildiklerinden güvercinliklere ya içten oyulan bir tünel vasıtasıyla ya da merdivenler sayesiyle ulaşılabilmekte. Başka tip güvercinlikler de manastır veya kilise olarak yapılmış kaya oyma yapıların girişleri ve pencere boşlukları kapatılarak kullanılmış olanlar. Çavuşin Kasabası yakınlarındaki Çavuşin (Nicephorus Phocası) Kilisesi, Göreme'de Kılıçlar (Kuşluk) Meryemana Kilisesi ve Karşıbucak Vadisinde yer alan kiliseler buna en iyi örnek. Bugün güvercinlik olarak kullanılmış manastır ve kilise fresklerinin sağlam kalmasını bu kuşlara borçluyuz. Çünkü bu sayede freskleri olumsuz yönde etkileyen güneş ışınlarından ve insanlardan uzak kalmışlar. Zira insanlar, güvercinliğe yılda sadece bir kez güvercin gübresini almak için girmekte, daha sonra duvarı tekrar inşa ederek terk etmektedirler.

 

Güvercinliklerin dış yüzeyi genelde yöresel sanatçı tarafından zamanın geleneğine ve sosyal yaşamına uygun olarak zengin bir bezeme ile süslenmiş; kullanılan boyalar da ağaçlar, çiçekler, yabani otlar ve demir oksit içeren topraktan elde edilmiş. Ayrıca güvercinliklerde oldukça yaygın kullanılan kırmızı renk, bölgeye has “Yoşa” adıyla tanınan bir toprak/çamur türünden elde edilmiş. Yöre halkının ifade ettiğine göre beyaz boya, alçı ve yumurta akının karışımından yapılmakta, bu sayede güvercinlere ve güvercin yumurtalarına ulaşmak isteyen sansar, tilki, gelincik v.s.gibi hayvanların ayaklarını kaydırarak tırmanmalarını güçlendirmekte. Uçhisar Kalesi'nin batı tarafında yer alan güvercinliklerin büyük bir kısmına ise, güvercini yırtıcı hayvanlardan korumak için kolay bir yol olan teneke veya çinko levhalar çakılmış.

Çok renkli boya ile süslenmiş güvercinliklerde yer alan motiflerde yöre sanatçılarının duyguları, düşünceleri, mesajları ve yaratıcılığı gizli. Yüzden fazla motifin üzerinde tespit edilebilen süslemeler, 18. ve 19. yüzyılda yaşamış Kapadokyalı sanatçıların basit, ancak mistik anlamlı olan motifleri tercih ettiklerini gösterir. Göreme, Çavuşin ve Zelve vadilerindeki güvercinliklerin hemen hepsinin sağ ve sol kenarlarında yer alan çark-ı felek motifleri, Anadolu' da görülen en eski motiflerden. Tarihsel açıdan dört rüzgar tanrısını temsil etmiş olmasına karşın günümüzde dönen dünyayı, dönen kaderi, feleğin ve aşkın çemberini simgeler. Üstünde kuş tünemiş hayat ağacı ve nar motifleri de çark-ı felek motifleri gibi yaygın. Şaman geleneklerinden kaynaklanan hayat ağacı, öteki dünyaya geçişi sağlayan yol, üzerinde yer alan kuşlar ise ağaca bekçilik yapan ve bu yolculukta eşlik eden yaratıklar. Cenneti, bolluğu ve bereketi temsil eden nar ise Anadolu'da tarih boyunca kutsal bir meyve olarak kabul ediliyor. Aynı zamanda evliliğin devamlı olacağına, ailenin zengin, çocuklarının çok ve uzun ömürlü olacağına işaret eder. Yukarıda bahsedilen motiflerin yanı sıra bazı güvercinliklerde Eski Türkçe ile yazılmış kitabeler de yer alıyor. Genelde güvercinliğin yapıldığı tarih, “Maşaallah” ve “Allah”  kelimeleri, nadir de olsa güvercinliğin sahibinin kimliği ve mesleği belirtiliyor.

 

Kapadokya Bölgesi güvercinlikleri en yoğun biçimde Uçhisar civarındaki vadilerde, Göreme- Kılıçlar ve Güllüdere Vadilerinde, Ürgüp Üzengi Vadisi’nde, Ortahisar -Balkan Deresi ve Kızılçukur Vadisi’nde, Nevşehir yakınlarındaki Çat Vadisi’nde ve Kayseri sınırları içindeki Soğanlı Vadisi’nde bulunuyor.

TARİHİ ESERLER ve DİNİ YAPILAR

 

El Nazar Şapeli-Göreme

Göreme-Müze yolunun sağındaki vadide, yoldan yaklaşık 800 m uzaklıktaki El Nazar Vadisinde yer alıyor. Vadinin güney kısmında yer alan El Nazar Şapeli, Orta Bizans Devrinin karakteristiği olan plan şemasına (Yunan Haçı Planı) sahip. Duvarlarında İncil’den alınma konulara sahip zengin freskolar bulunuyor. Bir peri bacası içine oyulmuş El Nazar Kilisesi, T planlı, haç kolları beşik tonozlu. Ana apsis haç kollarının birleştiği merkez mekana açılıyor. Zeminin tamamı ve apsisin bir kısmı tahrip olmuş. Sahneleri kronolojik olarak birbirini takip etmekte olan kilise 10. yüzyılın sonlarına tarihleniyor.

 

Saklı Kilise-Göreme

Varlığı oldukça geç keşfedilmiş olması nedeniyle (1957) Saklı Kilise adı verilen Aya Ionnes El Nazar Kilisesi yakınlarında bulunuyor. Enlemesine dikdörtgen planlı, ana mekan iki sütun ve üç kemerle ikiye ayrılmış. Üç apsisli. Düz tavan haçlarla ve geometrik süslemelerle dekore edilmiş. Kiliseyi süsleyen resimler sıva üzerine değil, doğrudan ana kaya üzerine yapılmış. Kilisenin etrafında bulunan boyalı bez parçalarının yapılan analizler sonucunda kilisenin boyanmasında fırça yerine kullanıldığı anlaşılmış. Oldukça sağlam durumdaki resimlerinde kırmızı rengin hakim olduğu görülüyor. Kilisenin mimarisi Mezopotamya Kilise mimari geleneğine benziyor. Kilise, 11.yüzyıllın ikinci yarısına tarihleniyor.

 

Tokalı Kilise-Göreme

Bölgenin bilinen en eski kaya kilisesi olup dört mekandan oluşur. Tek Nefli Eski Kilise, Yeni Kilise, Eski Kilisenin altındaki Kilise, Yeni Kilisenin kuzeyindeki Yan Şapel. 10.yüzyılın başlarına tarihlenen Eski Kilise, bugün Yeni Kilise'nin giriş mekanı şeklinde ise de orijinalde tek nefli, beşik tonozlu bir yapı. Doğusuna Yeni Kilise'nin eklenmesi sırasında apsisi tamamen yıkılmış. Sahneler tonoz yüzeyine ve duvarların üst bölümüne yerleştirilmiş. Hz. İsa'nın hayatını kapsayan siklus tonozda panellere ayrılmış olup, sahneler sağ kanatta başlayıp sol kanata doğru birbirini takip ediyor.

Yeni Tokalı enlemesine dikdörtgen planlı, basit beşik tonozlu. Doğu duvarında kemerlerle birbirine bağlı dört sütun, sütunların arkasında yükseltilmiş bir koridor, koridordan sonra ana apsis ile iki yan apsis yer alır. Beşik tonozlu nefinde Hz. İsa'nın siklusu kronolojik sıraya göre daha çok kırmızı ve mavi renkler kullanılarak işlenmiş. Lapis mavisi, Tokalı Kilise'yi diğer kiliselerden ayıran en önemli özelliği.

Enlemesine nefle, Aziz Basil'in hayatı, çeşitli azizlerin tasviri ve çoğunluk Hz. İsa'nın mucizesine ait sahneler yer alır. Kilise 10. yüzyılın sonuna ve 11. yüzyılın başına tarihleniyor.

Aynalı Kilise-Göreme

10. yüzyılın ilk yarısından bir başka dinsel yapı Theotokos-Hagios Georgeosloannes Kilisesi. Zengin konuları içeren duvar süslemesi, Hz. İsa, Meryem ve Aziz Georgeos'un yaşamı ile ilgili. Hagios Eustethios ve Hagios Daniel şapelleri birbirine oldukça yakın olan iki yapı. Mezar ve dua bölümlerine sahip olan bu yapılar 10-11.yüzyıllar içinde inşa edilmişler. Her ikisinin de duvarları resimli.

Elmalı Kilise

Fresko resimleri en iyi korunabilmiş yapılardan biri olan Elmalı Kilise 11-13.yüzyıllara tarihlendiriliyor. Kudüs'e giriş, Lazarus'un dirilmesi, vaftiz ve görünümün değişmesi en önemli fresko sahnelerinden. Dokuz kubbeli, dört sütunlu, kapalı Yunan haçı planlı, üç apsisli. Asıl girişi güney yönünden olan kiliseye, kuzeyden açılan bir tünel vasıtasıyla girilebiliyor. Elmalı Kilise'nin ilk süslemeleri Aziz Basil ve Azize Barbara Şapeli'nde olduğu gibi doğrudan duvara kırmızı boya ile yapılan haç ve geometrik motifler. 

 

 

Azize Barbara Şapeli

Yunan haçı planında inşa edilen yapıya bu ad, haçın kollarından birinde yer alan Barbara resminden ötürü verilmiş. Kubbesinde yer alan Pantokrator İsa resmi ise daha geç tarihli. Haç planlı, iki sütunlu, batı, kuzey ve güney haç kolları beşik tonozlu, merkezi kubbeli, doğu haç kolu ve doğudaki iki köşe mekanı kubbeli. Motifler kırmızı boya ile doğrudan kaya üzerine uygulanmış. Duvarda ve kubbede zengin geometrik motifler, mitolojik hayvanlar ve askeri semboller resmedilmiş. Ayrıca duvarda taş izlenimi veren motifler de yer almakta. Kilise 11. yüzyılın ikinci yarısına tarihleniyor.

 

 

Kılıçlar Kilisesi

Kılıçlar Vadisinde Göreme Açık Hava Müzesi'nin yaklaşık 600 m kuzeydoğusunda yer alıyor. Kılıçlar Kilisesi de dört sütun tarafından desteklenen, at nalı şeklinde kemerlerin taşıdığı pandantifli bir kubbeye sahip. 10.yüzyıl başlarına ait olan bu yapının duvarları İncil'den alınma sahneleri ile bezenmiş. Haç planlı dört sütunlu, merkezi kubbeli, haç kolları beşik tonozlu, batı köşe mekanları, düz tavanlı, doğu mekanları kubbeli olup üç apsisli. Kilisenin içi oldukça zengin bir şekilde fresklerle süslenmiş olup uzun bir İncil siklusunu içeriyor. Kılıçlar Kilisesi, 9.yüzyıl sonlarına, 10.yüzyıl başlarına tarihleniyor .

 

Durmuş Kadir Kilisesi

Bazilika tipindeki bu kilisenin diğer kiliselerden farkı, kilisenin ortasındaki papaz tahtı, iri dörtgen sütunları, vaftiz yeri, birinci bölmedeki duvarlara oyulmuş irili ufaklı mezarları. Kaya kabartma süslemelerinin en güzel örneklerine sahip olan bu kilise 6. ve 7. yüzyıllara tarihleniyor.

 

Yusuf Koç Kilisesi

Durmuş Kadir gibi Yusuf Koç Kilisesi de adını içinde bulunduğu bağın sahibinden alıyor. Çapraz tonozlu, haç planlı, iki apsisli, dört sütunlu. Ancak sütunları kırılmıştır. 11. yüzyıla tarihleniyor.

 

Meryem Ana (Kılıçlar Kuşluk) Kilisesi

Tokalı Kilise'nin arkasındaki sırtta, Göreme Açık Hava Müzesi'ne yaklaşık 250 m uzaklıkta, Kılıçlar Kilisesi'nin güneyindeki dik yamaçta yer alıyor. Nef, enlemesine dikdörtgen planlı, farklı genişlik ve yükseklikteki iki beşik tonozla örtülü. Kilise aziz figürleri ve İncil siklusunun dört sahnesini içeriyor. Meryem Ana Kilisesi, 11.yüzyılın birinci yarısına tarihleniyor.

 

 

Göreme Açık Hava Müzesi

2.yüzyılın sonlarında Kapadokya'da önemli sayıda Hıristiyan nüfusu bulunmakta idi. Bu devre ait iki piskoposluk bölgesi biliniyor. Bunlardan biri bölgede uzun süre Hıristiyanların merkezi olacak olan Kayseri, diğeri de Malatya idi. 4.yüzyılda Kapadokya üç büyük azizin (Kayseri piskoposu Büyük Basil, kardeşi Nyssalı Gregory ve Nazianuslu Gregor) memleketi olarak bilinirdi. Dönemin bütün teolojik tartışmaları bu din bilginleri tarafından belirlenirdi. Fakat bunlar Mısır ve Suriye'de olduğu gibi diğer Hıristiyanlardan ayrı özel ve imtiyazlı gruplar haline sokulmamışlardı. Basil'in Kapadokya kiliselerinde yapmış olduğu önemli bir reform cemaatle dua usulünü yeniden kurmasıdır. Bugünkü Göreme Açık Hava Müzesi bu eğitim sisteminin başlatıldığı yer. Soğanlı, Ihlara, Açıksaray ise aynı eğitim sisteminin daha sonraları görüldüğü yerler.

 

 

Rahibeler ve Rahipler Manastırı

Açık Hava Müzesi'nin girişinin solunda yer alan 6-7 katlı kaya kütlesi Rahibeler Manastırı olarak biliniyor. Bu manastırın birinci katındaki yemekhanesi, mutfağı, birkaç odası; ikinci katında yıkık şapeli gezilebilir durumda. Üçüncü kattaki bir tünelle ulaşılan kilisesi çapraz kubbeli, dört sütunlu üç apsisli. Ana apsisteki templona Göreme'deki diğer kiliselerde pek rastlanmıyor. Kilise'de doğrudan kaya üzerine yapılan Hz. İsa freskinin yanında kırmızı bezemeler görülüyor. Manastırda katlar arasındaki bağlantı tünellerle sağlanmış. Tehlike anında tünelleri kapatmak üzere yeraltı şehirlerinde olduğu gibi “Sürgü taşları” kullanılmış.

Sağdaki Rahipler Manastırı'nda ise erozyon nedeniyle katlar arasındaki geçişler kapandığından sadece giriş katında birkaç oda görülebiliyor.

 

Aziz Basil Şapeli

Göreme Açık Hava Müzesi'nin girişinde yer alıyor. Sütunlarla ayrılan nartekste mezar çukurları bulunuyor. Nef enine beşik tonozlu, dikdörtgen planlı ve üç apsisli. Dikdörtgen nefin sol uzun yüzünde biri büyük, ikisi küçük, üç apsis yer alıyor. Kilise 11. yüzyıla tarihleniyor.

 

 

Yılanlı(Aziz Onuphrius)Kilise

Ana mekan enlemesine dikdörtgen planlı, beşik tonozlu, güneyde mezarların bulunduğu ek mekan ise düz tavanlı. Apsisi sol uzun duvara oyulmuş, kilise tamamlanmadan bırakılmış. Girişi kuzeyden. Kilise tonozun her iki yanında Kapadokya'da saygın olan azizlerin tasvirleri bulunuyor. Kilise 11.yüzyıla tarihleniyor.

 

 

Karanlık Kilise

Kuzeyde kavisli bir merdivenden kilisenin dikdörtgen, beşik tonozlu narteksine çıkılıyor. Narteksin güneyinde bir mezar bulunuyor. Kilise haç planlı, haç kolları çapraz tonozlu, merkezi kubbeli, dört sütunlu, üç apsisli. Karanlık Kilise olarak adlandırılmasının nedeni, narteks kısmındaki küçük bir pencereden çok az ışık almasından dolayı. Bu sebeple fresklerdeki renkler oldukça canlı. Kilise ve narteks İncil ve İsa siklusunu içeren zengin süslemelere sahip. Ayrıca Elmalı ve Çarıklı Kilise'de olduğu gibi Tevrat kaynaklı sahneler de resmedilmiş. Kilise, 11. yüzyıl sonu 12.yüzyıl başına tarihleniyor.

 

Çarıklı Kilise

İki sütunlu, (diğer sütunlar duvar köşelerinde paye şeklinde.) çapraz tonozlu, üç apsisli ve dört kubbeli. Sahnelerinde Hz. İsa'nın hayatını konu alan siklus, İbrahim Peygamber'in misafirperverliğini gösteren Tevrat sahnesi, aziz ve bani tasvirleri iyi korunmuş. Elmalı ve Karanlık Kilise'ye benzemekle beraber, İsa'nın çarmıha gidişi ve çarmıhtan alınış sahneleri bu kilisenin farklı özelliği. Figürler genelde büyük ve uzun.

Hz. İsa'nın göye yükseliş sahnesinin altında bulunan ayak izlerinden dolayı kiliseye “Çarıklı Kilise” adı verildiği sanılıyor. Kilise 12. yüzyıl sonu, 13. yüzyıl başına tarihleniyor. Ana kubbenin ortasında pantokrator İsa, madalyonlarda melek büstleri bulunuyor.

 

 

Çavuşin ( Nicephorus Phocas ) Kilisesi

Göreme-Avanos yolu kenarında, Göreme'ye 2.5 km uzaklıkta. Oldukça yüksek tek nefli, beşik tonozlu, üç apsisli olan kilisenin narteksi yıkılmış.

 

Balıklı Kilise-Zelve

Zelve'nin üçüncü vadisinde, bir manastıra ait doğal avlunun doğusunda yer alıyor. Giriş kısmı yakılmış olan Balıklı Kilise'nin giriş kapısının üstünde tahtta oturan ve kucağında çocuk İsa bulunan Meryem tasviri yer alıyor. Kısmen yıkık tonozda daire içinde malta haçı taşıyan Melek Michael ve Gabriel tasviri bulunuyor. Girişin hemen sağında hücre şeklindeki 'Güney Şapel' i tek nefli, apsisli ve beşik tonozlu olup kenarlarda oturmaya yarayan platform bulunuyor. Apsisinde kırmızı çerçeve içinde ayakta duran, bir elinde kitap, diğer eliyle takdis eden İsa; apsis cephesi ise içi noktalı basit üçgen ve daire dizileriyle, tonozu ise çizilerek yapılmış Malta Haçı ve konstantrik dairelerle süslenmiş. Şapel büyük olasılıkla 10.yüzyılda yapılmış.

 

Paşabağları ve Aziz Simeon Hücresi

Göreme -Avanos yolunun sağında, yoldan 1 km  içeride yer alıyor. Eskiden “Rahipler Vadisi” bugün “Paşabağı” olarak adlandırılan bu alan, kendine özgü peri bacalarıyla dolu. Çok gövdeli ve çok başlı olan bazı peribacalarının içlerine şapel ve oturma mekanları oyulmuş. Üç başlı peri bacalarının birinde Aziz Simeon adına yapılmış bir şapel ve inziva hücresi bulunuyor. Dar bir baca vasıtasıyla ulaşılabilen hücrenin girişini antitetik haçlar süslemekte. İçinde ocak, oturma ve yatma mekanları ile ışık girmesini  sağlayan pencere aralıkları mevcut.

5. yüzyılda Halep yakınlarında münzevi bir hayat sürdüren Aziz Simeon, mucizeler yarattığı söylentileri çıkınca, halkın aşırı ilgisinden kaçarak önce iki metre yüksekliğinde bir sütun üzerinde yaşamaya başlar. Aziz Simeon, aşağıya sadece müritlerinin getirdiği az miktarda yiyecek ve içeceği almak için iner.

Kapadokyalı münzeviler ise bir sütun yerine hazır buldukları peri bacalarını oyarak dünyevi hayattan uzaklaşırlar. Peribacasını aşağıdan yukarı doğru oyarak 10 - 15 m yükseklikte kaya odalarda yaşar, kaya yataklarda yatarlar. Bu tarz peri bacalarına Aziz Simeon’a atfen onun adı verilir.

 

 

 

Aziz Theodore (Tağar) Kilisesi-Ürgüp

Ürgüp- Kayseri yolunda 8.5 km sonra sağa dönülüp 8 km daha gidilince Ürgüp’ün Yeşilöz köyüne ulaşılıyor. Burada Kilise T planlı, merkezi kubbeli. (Kubbe çöktüğünden camla kapatılmış.) Üst katta bulunan galeriye bir  merdiven sayesinde çıkılıyor. Bu nedenle Kapadokya kiliseleri içinde tek örnek. Genelde resimleri iyi korunmuş olan kiliseyi üç sanatçı kendi stillerine göre farklı zamanlarda süslemiş. Aziz Theodore adına yapılmış olan Tağar Kilisesi, 11-13. yüzyıllara tarihleniyor.

 

Pancarlık Kilisesi

Ortahisar kasabasının güneyinde, Ürgüp - Mustafapaşa yolunun sağındaki Pancarlık Vadisi’nde yer alıyor. Düz tavanlı tek nefli ve tek apsisli. Kilisedeki duvar resimleri daha çok yeşil zeminli ve oldukça iyi korunmuş. İlk bakışta kiliseyi iki farklı sanatçının farklı zamanlarda boyadığı düşünülse de sahneler ve tüm yazılar ayrı ayrı incelendiğinde aynı sanatçı tarafından süslendiği anlaşılmakta. Zengin İncil siklusunu içeren kilisede sahneler  frizler halinde birbirini takip etmekte, frizin her iki yanını madalyonlar içinde aziz tasvirleri sınırlamakta. Pancarlık Kilisesi 11. yüzyılın ilk yarısına tarihleniyor.

 

 

Üzümlü Kilise-Ortahisar

Ortahisar kasabasının batısındaki Kızılçukur Vadisinin hemen başında yoldan yaklaşık 1 km  uzaklıkta. Üzümlü Kilise'nin bulunduğu peri bacası, keşişlerin yaşadığı bir manastır kompleksi gibi oyulmuş. Peri bacasının alt kısmında ise duvarları kısmen yıkıldığından dışarıdan rahatça görülebilen tavanında kabartma  haç bulunan bir mekan yer alır. Kilise, tek apsisli, tek nefli ve kare planlı. Nefin arka kısmında mezar nişi bulunuyor. Kilise' nin ithafyazısında Stylite Nichitas' a ait bir yazıt bulunduğundan dolayı bu kilise ''Aziz Nichitas Kilisesi '' olarak da anılıyor. Düz tavanlı nef oldukça zengin bir bezeme ile dekore edilmiş. Portakal renkli zemin üzerine daire ve dörtgenlerden oluşan haç motifi, motifi, etrafında üzüm salkımları ve geometrik motifler resmedilmiş. Bordür ise içinde malta haçı bulunan madalyonlarla süslü. Kesin olmamakla birlikte 8. ya da 9. yüzyıla ait olabileceği düşünülüyor.

 

 

Aziz Basil Şapeli- Mustafapaşa (Sinasos)

Mustafapaşa kasabasının yaklaşık 2 km batısında, Gömede Vadisi'nin batı yakasında yer alıyor. İki apsisli, dikdörtgen planlı ve düz tavanlı 2 nefli şapel, iki sütunla destekli. Batı nefinin duvarlarında üzeri kırmızı aşı boyası ile süslü yarı kabartma sütunlar ve aralarında nişler yer alıyor. Doğudaki nef ise oldukça zengin geometrik ve bitkisel motiflerle dekore edilmiş. Gömede Vadisi' ne bakan, kısmen yıkılmış kapısı olan bu nefin yanında kilise banisine ait olabilecek bir mezar bulunuyor.

Doğu nefin apsisi her birinde bir patriğin adı yazılı, etrafı palmetlerle çevreli üç malta haçı ile süslü. Tasvirlerin yerine isimleri yazılı bu üç malta haçlarından ortadaki Abraham'ı, diğerleri İsaac ve Yakup'u temsil etmekte. Araştırmacılar bu malta haçlarının cenneti ya da Golgota'daki 3 haçı sembolize ettiğini belirtmekteler. Tavandaki büyük boyutta, etrafı geometrik ve bitkisel motiflerle boyalı haç, kornişte yer alan yazıta göre Aziz Konstantin' i simgeliyor. İkonoklastik düşünce ile ilgili bu motiflerin yanı sıra apsisin ön cephesine iki önemli aziz, Aziz Basil Şapeli, bazı araştırmacılara göre İkonoklastik Dönem'e (726 - 843) ya da daha geç döneme tarihleniyor.

 

Tatlarin Kilisesi

Acıgöl ilçesinin 10 km kuzeyinde yer alan Tatlarin kasabasının kale olarak adlandırıldığı tepesinin yamaçlarında yer alıyor. İki nefli iki apsisli, beşik tonozlu olan kilisenin narteksi yıkılmış. Oldukça iyi korunmuş olan fresklerdeki sahneler bantlarla birbirinden ayrılmış. Zeminde koyu gri, tasvirlerde ise mor, hardal ve kırmızı renkler kullanılmış.

 

 

Damat İbrahim Paşa Külliyesi-Nevşehir

Damat İbrahim Paşa Külliyesi içinde yer alan Kurşunlu Camii, 1726'da tamamlanmış. Üç kapılı bir avlu içinde caminin 44 m yüksekliğinde zarif bir minaresi var. Ana mekanı örten kubbesi kurşunla kaplı olduğu için bu adla anılıyor. Caminin iç kısmı çiçek motifleriyle bezenmiş. Caminin hemen yanındaki külliyeye ait medrese, kütüphane ve imarethane ile hamam bulunuyor. Şehrin yüksek bir tepesindeki Kale, Selçuklular tarafından kervan yollarının güvenliği için inşa edilmiş.

 

Açık Saray Harabeleri-Gülşehir

Nevşehir-Gülşehir yolu üzerinde, Gülşehir’e 3 km uzaklıktaki Açık Saray Harabeleri, tüf kayalar içine oyulmuş sayısız mekanları, Roma Dönemi kaya mezarları, 9. ve 10 yüzyıla tarihlenen kaya kiliseleri ile önemli bir ören yeri. Bu ören yerinde bulunan mantar biçimindeki peri bacaları ünik. Karşı (Aziz Jean )Kilisesi Gülşehir’in hemen girişinde yer alan ve iki katlı olan Aziz Jean Kilisesi’nin alt katında kilise, şarap mahzenleri, mezarlar, su kanalı ve görevlilere ait mekanlar, üst katında ise İncil'den alınmış sahnelerle süslenmiş kilise yer alıyor. Alt kata ait kilise, tek apsisli, haç planlı, haç kolları, beşik tonozlu. Merkezi kubbesi çökmüş. Süsleme açısından direk ana kaya üzerine kırmızı aşı boyası ile stilize hayvan, geometrik ve haç tasvirleri resmedilmiş. Üst kattaki kilise ise üç apsisli ve beşik tonozlu. Hz. İsa ve İncil siklusunu içeren kilisede sahneler bantlar içinde frizler halinde. Siyah zemin üzerine sarı ve kahverengi renkler kullanılmış. Niş tonozlarında ve cephelerinde bitkisel ve geometrik motifler tercih edilmiş. Batı ve güney duvarında Kapadokya Bölgesi’nde oldukça nadir olarak resmedilen son yargı sahnesi yer alıyor. Kilise, apsisinde yer alan yazıtına göre 1212 yılına tarihleniyor.

 

 

 

Hacı Bektaş-ı Veli Müzesi- Hacı Bektaş-ı Veli

İçinde Hacı Bektaş-ı Veli'nin ve Balım Sultan'ın Türbeleri'nin bulunduğu külliyede cami, çamaşırhane, hamam, aş evi, konuk evi ve çeşmeler yer alıyor. Müze olarak ziyarete açılan külliye, birbiri ardına sıralanan üç avludan ibaret.

1.Avlu ( Nadar Avlusu): Büyük, kemerli bir kapı ile avluya girilir. Hemen sağda 1902 yılında inşa edilmiş “Üçler Çeşmesi” yer alır. Aynı avlu içinde çamaşırhane ve hamam da bulunuyor.

 

2.Avlu (Dergah Avlusu): Buraya “Üçler Kapısı” olarak adlandırılan, bir kapı vasıtasıyla girilir. Kapının hemen sağında 1554 tarihinde yaptırılan 1875 yılında Kavalalı Mehmet Ali Paşa'nın kızı tarafından Mısır'dan gönderilen aslan heykelinin yerleştirilmesinden sonra   “Aslanlı Çeşme” adını alan çeşme bulunuyor. Bu avluda Osmanlı Sultanı II. Mahmut zamanında yaptırılan bir cami, dergaha gelen misafir ve yolcuların karşılandığı Konuk Evi ve Aş Evi yer alır. Meydan Evi'nin bitişiğindeki Kiler Evi'nin alt katında dergahın kıymetli eşyaları ve yiyecekleri depo edilmiş.

 

3. Avlu (Hazret Avlusu): Altılar kapısı ile girilir. Girişte has bahçe, sağ tarafta derviş ve baba mezarları bulunuyor. Karşı tarafta Selçuklu mimarisi özelliklerini arz eden ve Orhan Gazi zamanında yaptırılan Hacı Bektaş Veli Türbesi yer alıyor. Türbe'ye Selçuklu motiflerinden oluşan mermer bir kapı ile giriliyor. Hacı Bektaş'ın inzivaya çekildiği Çilehane ve Kırklar meydanı bu bölümde. Hacı Bektaş'ın yeşil sandukalı türbesi, yeşil puşide ve çeşitli şamdanlarla donatılmış, kalem işi süslemeler ve yazı motifleriyle süslenmiş.

Kırklar Meydanı'nın doğusunda Horasan Erleri'nin mezarları, batı tarafta çelebilere ait olduğu ileri sürülen mezarlar ile Güvenç Abdal'ın türbesi bulunuyor. Hazret Avlusu'nun sağında 1519 yılında yaptırılan Hacı Bektaş’tan sonra gelen Balım Sultan Türbesi yer alır.

 

Ağaçaltı Kilisesi-Ihlara Vadisi

Haç planlı, kubbeli haç kolları beşik tonozlu, üç apsisli bir kilise. Ana apsis ve güney yan apsis yıkılmış. Kiliseye giriş yıkık olan bu ana apsisten. Beyaz zemin üzerine kırmızı, gri ve sarı renkler kullanılmış, kuzey haç kolu tonozu oldukça zengin bitkisel ve geometrik motiflerle süslenmiş.

Kilise İkonoklastik Dönem öncesine ya da 9.- 11. yüzyıllar arasına tarihleniyor.

 

 

Kokar Kilise-Ihlara Vadisi

Tek nefli ve Beşik tonozlu olan kiliseye bugün yıkılmış olan apsisinde girilebiliyor. İhtiyaç nedeniyle kayanın iç kısımlarına doğru oyularak cenaze salonu nefe ilave edilmiş. Süslemelerin tonuna gri renk hakim. Oldukça iyi korunmuş olan tonozda büyükçe bir haç motifi var. Haç motifin ortasında yer alan kare çerçeve içindeki el motifi üçlü kutsama işareti. Çerçevesinde ise oldukça zengin dört alana ayrılmış geometrik bezemeler yer alıyor. Kilise 9.yüzyılın sonlarına tarihleniyor.

 

Yılanlı Kilise -Ihlara Vadisi

Haç planlı, beşik tonozlu ve apsisli. Kuzey duvarında bulunan şapelin içinde keşiş mezarları yer alıyor. Batı duvarındaki yılanların saldırısına uğramış dört çıplak günahkar kadınla ilgili sahneden dolayı kiliseye bu ad verilmiş. Sekiz yılanın saldırısına uğrayan birinci kadına ait kitabe tahrip olduğundan suçu anlaşılmamakta. Yılanlar ikinci kadını çocuğunu emzirmediği için göğsünden, üçüncü kadını yalan söylediği için ağzından, dördüncü kadını itaat etmediği ve söz dinlemediği için kulaklarından ısırmaktalar. Yılanlı Kilise 9.yüzyılın sonlarına tarihleniyor.

 

 

Eğri Minare-Aksaray

Aksaray şehir merkezindeki en eski Selçuklu eseri olan Eğri Minare ( Kızıl Minare) Selçuklu Sultanı Alaeddin Keykubat'ın babası Sultan I.Keyhusrev tarafından 1221-1236 yılları arasında yaptırılmış. Kırmızı tuğladan yapılan bu minarenin asıl adı Osmanlı Padişahı IV.Murat dönemine ait bir yazılı belgeye göre Keyhusrev Camii ve Minaresi. Ancak halk tarafından  “Eğri Minare” ya da “Kızıl Minare” olarak adlandırılıyor. Kübik kaideli ve silindirik gövdeli. Gövdesi ince bir silme ile ikiye ayrılmış. Alt kısmı zikzak bezemeli olan Eğri Minare'nin üst kısmı mavi ve yeşil çinilerle kaplıydı. Ancak bu çinilerin büyük bir kısmı döküldüğünden kayıp. Minarenin tek şerefesine 92 taş basamaklı merdivenle çıkılıyor. Bugün Türkiye'nin  “Pizza Kulesi'' olarak adlandırılan minarenin ne zaman eğildiği hakkında kesin bir kayıt yok.

 

 

Karabaş Kilisesi-Soğanlı Vadisi

Soğanlı köyünün kuzeye uzanan vadinin dik yamaçlarında yer alıyor. Karabaş Kilise'nin dışındaki kayalıkta çok sayıda oda mezarlar, geniş tonozlu şapeller ve kilise görevlilerinin devamlı olarak kullandıkları mekanlar bulunuyor. Kilise, tek nefli, apsisli olup beşik tonozlu. Farklı zamanlarda, farklı metotlarla boyanmış olup 11. yüzyıla tarihleniyor.

 

Kubbeli Kilise-Soğanlı Vadisi

Soğanlı köyünden kuzeye uzanan vadinin sol yamacında yer alıyor. Peri bacasının çok iyi bir şekilde işlenmesiyle kubbeler oluşturulmuş, yan yüzler kaplama taş gibi derzli yapılarak işlenmiş. Kilise, tonozları, kubbeleri, apsisleri ile ileri bir mimari özellik gösteriyor. Bazilika tipindeki kilise üç nefli ve üç apsisli. Kilise 10. yüzyılın başlarına tarihleniyor.

.

Azize Barbara (Tahtalı) Kilisesi-Soğanlı Vadisi

Soğanlı Köyünden batıya uzanan vadinin sonunda yer alıyor. Tek nefli, tek apsisli ve beşik tonozlu. Tonoz, kalın bir çıkıntıyla ortadan ikiye bölünmüş.10.yüzyılın başlarına tarihlenen Azize Barbara Kilisesi, çok sayıdaki aziz tasvirleri ile dikkati çekiyor.

 

Kapadokya’da Manastır Yerleşmeleri

İç Anadolu manastır yerleşmeleri, güneyde Melendiz Dağları içinde, daha kuzeyde Göreme - Soğanlı Vadileri’nde iki grup halinde, bir dereceye kadar bir merkez etrafında yer alır. Üçüncü bir grup da kuzeyde, Kırşehir dolaylarında. Göreme bölgesindeki yapılar, papaz hücreleri dışında kayalara oyulmuş, toplu yapılar halinde. Bu komplekslere, manastır ve kiliseler çekirdek teşkil ediyor. Tüm bu yapıların dağılımı, vadilerin yamaç ve eteklerinde yer alışı belli bir sisteme göre değil. Girişler toprak yüzeyinden olabileceği gibi, yamaçlara tırmanmayı sağlayan basamaklar da olabiliyor. Yapıların ortak özelliği, tehlike anında giriş kısmının kolay savunulabilmesi amacıyla küçük ve dar, bazen de kademeli değirmen taşlarına benzer sürgü taşlarıyla donatılmaları. Maçan-Zelve-Ürgüp arası da, dar anlamlı Göreme manastırlar kompleksinde 10-11.yüzyılda 20- 30 bin nüfuslu bir yerleşme mevcuttu.

Kızlar ve Erkekler Manastırları’nın başlıca eklentileri ise yemekhane, şaraphane ve depolardı. Bunlara güvercinlikleri de katabiliriz. Çok sayıdaki papaz odaları da vadi yamaçları ve kalın peri bacalarının içine oyularak yapılmışlar. Bunlardan başka manastır dışında veya hemen yanında bol sayıda değişik tip ve planda kiliseler vardı.

Kilisenin bütün mimari elemanları kaya içine oyularak yapılmış. Buna karşılık plan ve örtü sistemleri farklılıklar gösteriyor. Apsislerin genel karakteri ise at nalı şekilli oluşları. Bazı mimari elemanlar ise kaya kitlesinin verdiği imkanlar oranında sınırlanması sonucu oluşmuş. Kimi zaman kilise narteksinin yapının yan kısmında yer alışı, kimi zaman da (Elmalı ve Barbara kiliseleri) kiliseye ters yönde inşa edilmeleri buna örnek teşkil ediyor.

Bu bölgedeki yapıların pek çoğu farklı üslup ve teknikte yapılmış freskolar ile süslü. Bunlardan 6-13.yüzyıllar arasına tarihlenen freskolar, çoğunlukla basit, detay ve derinlikten yoksun, bir sanatçıdan ziyade papazların kişisel yetenekleri ile çizilmiş resimler. Bizans resim sanatının "Eyalet Ekolü" içinde kalan bu freskolar yanında, aslında yayınlarda öne sürülen veya gösterilmek istenenden çok daha az miktarda "Başkent Üslubu"nda örnekler de var. Bazılarında ise her iki üslup yan yana. Kiliselerin bazılarında dökülen freskoların altında görülen basit ve tek renkli motiflerin İkonaklazma devri eseri olduğu belirgin. Burada duvarların çok rahatlıkla biçim değiştirebildiğini hatırlarsak, pekala bu devirde önceki freskoların kazındığını ve sonra da çıplak duvara böyle basit çizgilerin yapıldığını düşünebiliriz. Her nasıl olursa olsun bu tip basit çizgilerin binaların yapıldığı devre tarihlendirilmeleri doğru olması gerekir. Yoksa tamamen bir Orta Bizans Devri yapısı olan Yunan haçı planlı Elmalı Kilise’deki freskoların altında görülen basit, kırmızı renkli bezemelere bakarak bu bina tarihlendirilseydi, 4 sütunlu haç planlı yapıların ilk örneğinin bu olması gerekirdi. 

Yeraltı Şehirleri Nasıl Oluştu?

Haklarındaki ilk yazılı kayda Ksenephon’un “Anabasis” (Onbinlerin Dönüşü) isimli kitabında rastlanan Kapadokya yeraltı kentlerinin sayısı 200’ü buluyor. Isparta ordusu ile birlikte Pers Kralı Artakserkses’a karşı düzenlenen sefere katılarak, tarihin ilk savaş muhabiri olan Atinalı Ksenephon, ordunun kazanılan zaferin ardından ülkelerine dönüşünü anlattığı Anabasis’de, yorgun ve bezgin ordunun Derinkuyu ve Kaymaklı’da bulunan yeraltı şehirlerinde konakladığını anlatır. Bu kayıt, bazıları 30 bin kişinin barınmasına yetecek büyüklükteki bu gizemli kentlerin en az MÖ 4. yüzyıldan bu yana var olduğunu kanıtlıyor. Bölgedeki çalışmalara göre ise yeraltı yerleşimlerinin öyküsü MÖ 7.-8. yüzyıllara kadar gidiyor. Bununla birlikte bölgede İsa'nın doğumundan 2000 yıl önce tarih sahnesine çıkıp Küçük Asya topraklarında boy gösteren Hint-Avrupa kökenli “Bin Tanrılı Halk” Hititlere ait birçok kalıntıya da –kaya kabartmaları, yazılı anıtlar- rastlanması, üstelik Hititlerin buna çok benzeyen ve Potery adı verilen yeraltı geçitlerini yaygın bir savunma sistemi olarak kullanmaları, Kapadokya yeraltı şehirlerinin daha da eskilere, hatta tarih-öncesine giden bir geçmişi olduğunu gösteriyor.

Geçici bir sığınak mı, kalıcı bir yaşam biçimi mi?

Yaklaşık 25 bin kilometrekarelik bir alana yayılan Kapadokya’nın hemen her yerinde rastlanan yeraltı kentlerinin ne amaçla inşa edilmiş olduklarına dair tartışma günümüzde bile sürüyor. Genel kanı, o dönemde sık sık yabancı istilacıların saldırısına uğrayan bölgenin, bir tür savunma önlemi olarak ve geçici bir süre için sığınmak üzere, bu kentleri inşa etmiş oldukları yönünde.

Hititlerin bölgeye gelerek egemenliklerini kabul ettirdikleri dönemde, yani MÖ II.bin başlarında, Yukarı Mezopotamya'daki zengin Asurlu tüccarların Anadolu ile yoğun bir ticari ilişkiye girmiş oldukları biliniyor. Bölgenin geniş toprakları üzerinde kurulan küçük krallık veya beylikler, "Karum" adı verilen pazar yerleri ile son derece canlı birer ticaret merkezleriydiler. Asurlu tüccarlarla beraberlerinde Çivi yazısını da Anadolu’ya getirmişler, böylece Anadolu’nun tarih öncesi de son bulmuş. Kilden yapılmış tabletler üzerine yazılan mektuplardan, Asurlu tüccarların Anadolu'ya kumaş, koku ve kalay madeni getirip, karşılığında altın, gümüş ve tunç malzemeler aldıklarını öğreniyoruz. Bölgenin tüf adı verilen kaya dokusunun oyulmaya çok elverişli olması, öncelikle barınma amaçlı olmak üzere ilk mağara evlerin yapılmasını, ardından Hititler tarafından gizli geçitlerle birbirine bağlanarak etkili bir savunma sitemi olarak genişletildiğini düşündürüyor. Ama yine de bölgedeki hemen bütün evlere gizli geçitlerle bağlanan, dışarıdan açılması olanaksız taş sürgülerle kilitlenebilen, olmadık tuzaklarla dolu koridorları, bir labirenti andıran galerileri, oturma odaları, ahırları, erzak odaları, şırahaneleri, öğütme taşları, kiliseleri, ve hatta mezarlıkları, bugünün modern akıllı binalarını kıskandıracak denli gelişkin havalandırma ve haberleşme sistemleriyle bu gizemli kentlerin hiç de geçici ikamet alanı olarak tasarlanmadıklarını kanıtlar gibi. Bulunan kalıntılardan hareketle bugün, özellikle Bizans döneminden, MS 5. yüzyıldan itibaren, bu yeraltı şehirlerinin gerek sayılarında ve gerekse iç tasarımlarında büyük gelişmeler kaydedildiği ve kentlerin bugünkü biçimlerine o zamanlar kavuştuğu söylenebiliyor. 7. yüzyılda yoğunlaşan Arap-Sasani istilaları Kapadokya’nın Hıristiyan sakinlerini dana uzun süreler yeraltında yaşamaya zorlayınca, en görkemli örnekleri Kaymaklı, Derinkuyu, Mazı, Özlüce, Özkonak, Tatlarin, Kurugöl ve Gökçetoprak’ta bulunan yeraltı kentleri de aşağı yukarı son halini aldı.

10. yüzyıldan itibaren bölgenin yeni egemenleri haline gelen Selçuklular içinse, yeraltında hazır buldukları bu dünya paha biçilmez değerde bir savunma olanağı anlamına geliyordu ve bunların en gelişkin olanlarının yakınlarına kervansaraylar inşa etmekte gecikmediler. Til köyündeki yeraltı kentinin yakınlarında Dolayhan kervansarayı, Özkonak yeraltı kentinin yakınlarındaki Saruhan Kervansarayı böylece oluştu. Dönemin zengin ticaret merkezlerini oluşturan bu kervansaraylar, yağmacı hevesleri kabarttıkça bölge halkının aldığı önlemler de gelişti: Yöredeki evler gizli geçitlerle birbirine bağlandı. Tüf kayalar içine oyulmuş evler daha derinlere doğru genişletildi, çeşitli yerlerine geçilmesi zor odalar, tuzaklar kondu, koridorlar ve galeriler çoğaldı, kimi unsurları bugün bile çözülemeyen daha karmaşık bir hal aldı ve giderek bugün şaşkınlıkla izlediğimiz yeraltı labirentleri ortaya çıktı.

Yeraltında Can Pazarı

İstilacılarla bölge sakinleri arasında yaşanan yüzlerce yıllık bir kaçma-kovalama sürecinin sonunda Kapadokya’nın yeraltı dünyası, neredeyse kusursuz bir savunma mekanizmasına dönüştü. Ortaçağın tedirgin dünyasında nadiren rastlanabilecek kadar  “güvenilir” bir mekan haline gelince, münzevi keşişler için de bir cazibe merkezi haline gelerek yavaş yavaş dinsel bir kimlik de kazanmaya başladı. Yeryüzündeki kiliseler yeraltına taşındı ve Kapadokya’nın yeraltı kentleri giderek yasak dinlerin manastırlarına dönüştü. Yeryüzünün derinliklerinde sürdürülen inziva hayatları rahatsız edecek her türlü izinsiz giriş için ince önlemler düşünüldü. Yüzlerce odayı birbirine bağlayan galeriler, her şeyi göze alıp içeri girmeyi başaran yabancıların hareket alanlarını kısıtlayacak, hızlarını düşürecek şekilde uzun, dar ve alçak yapıldı. Duvarlarına kandil ve mum koymak için oyuklar açıldı. Kandiller için dışarıdan bezir yağı getirildi ve ısınma sorunu da bu şekilde çözüldü. Çapları 2,5 metreyi, kalınlıkları ise 50 cm’yi bulan ve çoğu yerinden kesilen yuvarlak sürgü taşlarıyla dışarıdan açılması olanaksız kapılar yapıldı. Bunların ortaları delindi ve böylece bir yandan düşmanın görülmesi sağlanırken, bir yandan da düşmana saldırabilme olanağı hazırlandı. Uçsuz bucaksız koridorlarda yolunu kaybetmiş umutsuz istilacıların, 3 metrelik tuzaklara düşmekten kurtulmuş olanları üzerine kızgın yağ dökmek için dikine delikler açmayı da ihmal etmediler.

Bu cehenneme girmek yerine yukarda kalıp aşağıdakilerin çıkmasını beklemeyi daha akıllıca bulan istilacılar ise, boşuna bekleyecekti çünkü aşağısı binlerce kişinin yıllarca yaşayabileceği donanımlara sahipti. Hayvanları derinlere indirmenin güçlüğü nedeniyle genellikle giriş katlarına yapılan ahırların duvarlarına açılmış yemlikleri bugün bile görmek mümkündür. Yine mekanın her mevsim aynı ısı derecesinde kalan ikliminden yararlanarak oluşturulan şırahaneler ve bugün bölge köylerinde halen kullanılmakta olan tandırlarıyla mutfaklar, kat tavanlarında yer alan minik haberleşme delikleri, aynı zamanda su kuyusu olarak da kullanıldığı anlaşılan ve düşmanın suyu zehirlemesini önlemek üzere çoğu yeryüzüyle bağlantısız havalandırma bacaları yeraltı sakinlerinin buraları uzun süre kalmak üzere inşa ettiklerini açık bir şekilde gözler önüne serer.

YERALTI ŞEHİRLERİ

Kaymaklı Yeraltı Şehri

Yöre halkı tarafından bugün bile kimi bölümleri kiler, erzak deposu ya da ahır olarak kullanılan Kaymaklı Yeraltı Şehri, Nevşehir' e 19 km uzaklıkta, Nevşehir - Niğde  karayolu üzerinde bulunuyor. Antik adı Enegüp olan Kaymaklı köyünde, Kaymaklı Kalesi’nin hemen altına oyulmuş olan yeraltı şehri 1964’ten itibaren konukların ziyaretine açık.

 

Bugüne kadar ancak 4 katı açığa çıkarılabilen yeraltı şehrinde yaşama mekanları genellikle havalandırma bacalarının çevresinde yer alır ve örneğin Derinkuyu yeraltı şehrinden farklı olarak burada pasajlar daha dar, daha alçak ve eğri. Yeraltı şehrinin ilk katı, diğer yeraltı şehirlerinde de olduğu gibi ahırlara ayrılmış. Bu durumun hayvanları daha aşağıdaki katlara indirmenin güçlüğü nedeniyle böyle olduğu bugün artık biliniyor, ancak Kaymaklı yeraltı şehrinde bulunan ahırın çok küçük oluşu, şehrin henüz açığa çıkarılamamış olan diğer bölümlerinde de ahırların olabileceği düşüncesini akla getiriyor. Girişteki ahır, aynı zamanda birçok koridorla kilise ve yaşama mekanları gibi diğer bölümlere geçişi sağlar. Bu koridorlar sürgü taşlarıyla korunmuş. Yine böyle istendiğinde bir sürgü taşıyla kapanabilen bir pasajla ikinci kattaki kiliseye geçilir. Kilise tek nefli 2 apsisli. Apsislerin önünde vaftiz taşı, kenarlarda ise oturmaya yarayan platformlar yer alıyor. Bu kilisenin bitişiğinde, kilise görevlileri için yapıldığı varsayılan bir de mezarlık var. Kaymaklı yeraltı şehrinin, şırahaneler, erzak depoları, mutfaklar ve oturma alanlarından oluşan asıl mekanları ise üçüncü katta ortaya çıkarılmış. Kaymaklı yeraltı şehrinde bulunan en ilginç mekanlardan birisi de bakır işleme atölyesi. Bu atölyelerde yine bir lav oluşumu olan andezit taşına bol miktarda rastlanıyor. Atölyenin tabanına açılmış çok miktardaki çukur, tarih öncesi çağlardan beri bilinen bakır işleme yöntemlerini burada da aynen kullanıldığının bir kanıtı olarak gösteriliyor. Bu çukurlara konan bakır cevheri, andezit taşıyla kırılarak ergitilmeye hazırlanırmış. Araştırmalar bu atölyede kullanılan bakır cevherinin ise bölgenin en eski yerleşimlerinden birisi olan Aşıklı halkı tarafından da kullanılan Aksaray yakınlarındaki bir bakır ocağından getirildiğini ortaya çıkarmış bulunuyor. Yeraltı şehrinin açığa çıkarılabilen son katı, 4. kat şırahaneler, mutfaklar ve erzak depolarıyla dolu. Bu kattaki üretim, işleme ve depolama mekanlarının çokluğu ve gelişmişliği, yeraltı şehri sakinlerinin yer üstündeki gündelik mesailerini aynen yeraltında da sürdürdüklerini gösteriyor. Kaymaklı Yeraltı Şehri, henüz tümüyle ortaya çıkarılamamış olmasına rağmen, keşfedilen bölümlerinin zenginliği nedeniyle Kapadokya’nın en geniş ve en çok nüfus barındıran yer altı şehirlerinden biri olduğunu düşündürmekte.

 

 

Derinkuyu Yeraltı Şehri

 

Nevşehir’e 29 km uzaklıktaki Derinkuyu ilçesinde yer alan yeraltı şehri, Kapadokya’daki diğer örnekleri içinde en geniş en derin ve en gelişkin yerleşim alanı. Tam sekiz katı olan ve 85 metre derinliğe inen Derinkuyu Yeraltı Şehri’nde yaşama alanları, mutfak ve yemekhaneler, ahırlar ve şırahanenin yanı sıra diğer yeraltı şehirlerinde bulunmayan bir misyoner okulu bile var. Bu okulun geniş tavanı yöredeki diğer yeraltı şehirlerinde olmayan bir beşik tonoz ile kaplanmış. Derinkuyu Yeraltı Şehri’nin bir başka ilginç özelliği ise 55 metre derinliğe kadar inen ve aynı zamanda su kuyusu olarak da kullanılan havalandırma bacaları. Bu ikinci işlevinden dolayı, özellikle kuşatma günlerinde aşağıya inemeyen düşmanın suları zehirlemesini önlemek için bu bacaların bir kısmı yeryüzüne açılmaz. Kaymaklı yeraltı şehriyle birlikte konukların ziyaretine açılan Derinkuyu’nun bugün yalnızca onda biri gezilebiliyor. Bu görkemli yeraltı şehrinin kilisesi ise ikinci katta yer alır ve haç şeklindeki bu kiliseye 3 ve 4. katlardan doğrudan inilen bir merdivenle ulaşılır.

 

 

Tatlarin Yeraltı Şehri

İlk olarak 1975 yılında keşfedilip, 1991 yılında ancak iki katı ziyarete açılabilen Tatlarin Yeraltı Şehri Nevşehir’in, Acıgöl beldesinin 10 km. kuzeyinde, Tatlarin kasabasının “Kale” olarak bilinen tepesinde yer alıyor. Gerek bölgede, gerekse Yeraltı Şehri’nin içinde, bugüne çok azı kalabilmiş birçok kilise bulunmuş. Yeraltı Şehri’nin diğerlerine göre daha büyük mekanlardan oluşmuş olması ve kilise sayısının çokluğu gibi belirtilerden yola çıkan araştırmacılar, Tatlarin’in bir sivil yerleşim mekanı olmaktan çok askeri ya da dini amaçlarla kullanılan bir manastır ya da garnizon olduğunu tahmin etmekteler. Yeraltı Şehri’nin orijinal girişi yıkılmış. Yaklaşık 15 metre uzunluğundaki bir geçit, giriş bölümünü oldukça geniş bir salona açar. Bu pasaj, diğer yeraltı şehirlerinde de birçok örneğine rastlanan ortası delikli dev sürgü taşlarıyla, izinsiz girişlere kapatılmış.

Sağ taraftaki nişin içinden aşağıya doğru oyulan ve halk tarafından “Zindan” olarak adlandırılan mekanda 3 iskelet bulunmuş. Tuvaletin de yer aldığı bu ana mekanın sağ tarafında kiler/ mutfak bulunuyor. Bu alanın Roma Dönemi'nde mezarlık alanı, Bizans Dönemi'nde de kiler olarak kullanılmış olması gerekiyor. Çünkü bu odadaki nişler, yöredeki Roma Dönemi kaya mezarlarındaki -ölülerin yatırıldığı- nişlerden farksız. Ancak daha sonraki dönemlerde bu nişlerin tabanları oyulmuş ve içine erzak konulmuş. İkinci girişte ahır yer alıyor. Daha önce erzak deposu olarak kullanıldığı şüphesiz olan bu geniş mekan sütunlarla desteklenmiş. Tabanında beş adet ambar bulunuyor. Tavan kısmında yeraltı yerleşiminin başka mekanlarına ulaşılabilen havalandırma bacası yer alıyor. Birinci büyük mekan ile ikinci büyük mekan dar bir koridorla birbirine bağlanıyor. Zikzak biçimli bu koridorda tuzak ve bağlantıyı kesen sürgü taşı bulunuyor.

 

Özlüce Yeraltı Şehri

Özlüce Yeraltı Şehri, Nevşehir-Derinkuyu karayolu üzerindeki Kaymaklı Kasabasının 6 km batısında, eski adı “Zile” olan Özlüce Köyü merkezinde bulunuyor. Bölgedeki diğer yeraltı şehirlerinden hem jeolojik yapısı hem de mimari tasarımı açısından oldukça farklı olan Özlüce Yeraltı Şehri, alışılmış kat sistemi yerine çok geniş bir alana yayılan tek kat olarak tasarlanmış. Yeraltı Şehri’nin en geniş alanını hemen girişteki ana mekan oluşturur. Bu büyük alanın sağında erzak depoları sol tarafında ise oturma odaları yer alır. Özlüce Yeraltı Şehri’nin galerileri de çok uzundur ve tabanlarında tuzaklar bulunan bu uzun galerilere hücre tipi odalar açılır. Yeraltı şehrinin oyulduğu tüfler değişik renklerden oluşur. Girişteki bazalttan yapılmış kemerli bölümden 15 metre uzunluğunda bir geçitle asıl tüf kayaya ulaşılır. Nispeten daha yeni olan bu giriş bölümüyle daha eski olan ana mekanın ilişkisini kesmek için koridorun bitiminde granitten yapılmış ve yaklaşık 2 m çapında bir sürgü taşı göze çarpar.

Özkonak Yeraltı Şehri

Avanos' a 14 km uzaklıkta yer alan Yeraltı Şehri, İdiş Dağı'nın kuzey yamaçlarına, volkanik granit bünyesi tüf tabakalarının oldukça yoğun olduğu yere yapılmış. Geniş alanlara yayılmış olan galeriler birbirlerine tünellerle bağlanmış.

Kaymaklı ve Derinkuyu Yeraltı Şehirleri’nden farklı olarak katlar arası haberleşmeyi sağlayacak çok dar ve uzun delikler bulunuyor. Düzgün oyulmuş odaların girişleri kapatıldığında havalandırma da bu dar (5 cm) ve uzun deliklerle sağlanmış. Yine diğer yeraltı şehirlerinden farklı olarak sürgü taşından sonra, tünel üzerine (düşmana kızgın yağ dökmek maksadıyla) delikler oyulmuş. Özkonak Yeraltı Şehri’nde Kaymaklı ve Derinkuyu Yeraltı Şehri’nde olduğu gibi hava bacası, su kuyusu, şırahane ve sürgü taşları bulunuyor.

Mazı Yeraltı Şehri

Antik dönemlerdeki adı Mataza olan Mazı Yeraltı Şehri, Ürgüp’ün 18 km güneyinde, Kaymaklı Yeraltı Şehri’nin ise 10 km. doğusunda yer alan aynı adlı bir köyde kurulu. Köyün ve Yeraltı Şehri’nin kurulu olduğu vadi ve düzlükte Erken Roma ve Bizans dönemine ait çok sayıda kaya mezar görülür. Mazı Yeraltı Şehri’nin bugüne kadar farklı noktalarda dört adet girişi belirlenmiş bulunuyor. Girişleri kontrol etmek için burada da dev sürgü taşları kullanılmış. Özellikle bu bölümde, sürgü taşlarının rahatça hareket edebilmesini sağlayacak düzenlemelerle içeriye izinsiz girişin neredeyse imkansız hale getirildiği görülür. Mazı Yeraltı Şehri’nde de hemen bütün diğer yeraltı şehirlerinde olduğu gibi giriş katı hayvan ahırlarına ayrılmış. Ancak, burada diğer yeraltı şehirlerinden farklı olarak ahırın ortasında hayvanlar için yalaklar bulunur.  Yine, Mazı Yeraltı Şehri’ndeki ahırların sayısı diğerlerine göre çok daha fazla. Aynı bölümde bulunan bir diğer ilginç yapı ise şırahaneler. Gerek hayvan ahırlarının çokluğu ve gerekse şırahaneler Mazı Yeraltı Şehri’nin çok uzun süreler kalınmak üzere inşa edildiğini akla getirir. Şırahanelerin tavanında, üzümlerin aşağıya doğru dökülmesini sağlayacak bacalar göze çarpar. Mazı yeraltı şehrinin en görkemli bölümlerinden birisi de ahırlardan açılan kısa koridorlar vasıtasıyla ulaşılan kilise. Yine sürgü taşlarıyla güvenliği alınan bu kilise, kenarları boyunca devam eden ve oturma yeri olarak düşünülmüş alçak platformu, kabartmaları, görevli odalarıyla kusursuz bir görünüm sunar. Kilisenin, Kaymaklı Yeraltı Şehri’ndekinden farklı olarak dikine tasarlanmış apsisisin tam karşısında Yeraltı Şehri’nin diğer bölümlerine geçişi sağlayan gizli bir baca var. Birbirlerine dar ve uzun tünellerle bağlı üst kat mekanlarına geçişi de sağlayan bu gizli bacanın içine açılan oyukların tırmanmayı hızlandırmayı ve kolaylaştırmayı sağlamak üzere açıldığı sanılıyor. Mazı Yeraltı Şehri’nde bulunan pasajların çoğu kapanmış olduğu için, şehrin ne kadar bir alana yayıldığını söylemek bugün için güç de olsa, bu denli kusursuz mekanlara ve bir kiliseye sahip olmasından yola çıkılarak en az Derinkuyu ve Kaymaklı yeraltı şehirleri kadar geniş olduğunu varsaymak yanlış olmaz.

Acıgöl Yeraltı Şehri

Bugünkü Acıgöl ilçesinde yer alan Yeraltı Şehri, o kadar eski olmamasına karşın çoğu özelliği açısından Özlüce ve Mazı Yeraltı Şehirleri’yle benzerlik gösterir. Yine tüneller ve pasajlarla birbirine bağlanmış büyük salonlar, bazalt taşı kullanılarak yapılmış kemerli mekanlar, kaya oyma mekanları... Bugüne kadar üç girişi saptanan Yeraltı Şehri’nde kilise yoktur. Girişlerin üçüncüsünde, her iki taraf yüksek taşlarla desteklenmiş, böylece oluşturulan giriş kapısı ayrıca yatay bir taşla korunmuş.

 

KAPADOKYA EVLERİ

19. yüzyıl Kapadokya evleri yamaçlara, ya kayaların oyulması suretiyle ya da kesme taştan inşa edilmişler. Bölgenin tek mimari malzemesi olan taş, yörenin volkanik yapısından dolayı ocaktan çıktığında yumuşak olduğundan çok rahat işlenebilmekte ancak hava ile temas ettikten sonra sertleşerek çok dayanıklı bir yapı malzemesine dönüşmekte. Kullanılan malzemelerin bol olması ve kolay işlenebilmesinden dolayı yöreye has olan taş işçiliği gelişerek mimari bir gelenek halini almış.

 

Gerek avlu gerekse ev kapılarının malzemesi ahşap. Kemerli olarak yapılmış kapıların üst kısmı stilize sarmaşık veya rozet motifleriyle süslenmiş. Evlerin kat aralarında bulunan konsolların araları bazen tek bazen de 2-3 sıralı rozet, yıldız, palmet, yelpaze, fırıldak ve stilize bitki motifleriyle doldurulmuş. Çoğunlukla konsolların yüzeyi perde püskülünü andırır yüksek kabartma motifleriyle kaplı. Evlerin pencereleri ikişer veya üçerli olup etrafları daha çok stilize bitki motifleriyle süslü. Pencereler “kanatlı” ve “giyotin” tarzda olmak üzere iki tip. Her iki tip evlerde çok sayıda oturacak odalar, mutfak, kiler, depo, tandır, şarap-pekmez yapma bölümleri v.s.bulunuyor. Misafir odalarındaki nişlerde sıva üzerine boyalı bezemeler bulunmakta; genelde püsküllü perde motifinin altında çiçek doldurulmuş kulplu vazolar, su dolduran veya taşıyan bayanlar resmedilmiş.

Yöresel mimarinin en ilgi çekici örnekleri 19. yüzyıl sonu ile 20. yüzyıl başlarına tarihleniyor. Bu ilginç mimari gelenek, Ürgüp, Ortahisar, Mustafapaşa, Uçhisar, Göreme, Avanos, Kayseri sınırları içindeki Güzelöz ve Hemen yanındaki Başköy, Ihlara Vadisi civarında Güzelyurt başta olmak üzere tüm Kapadokya kasaba ve köylerinde de görülebiliyor.


Popüler Yerler